Bu yazı günlük değildir... Gün boyu gelen yoğun istek üzerine yazılmıştır... B bloktaki dayılara,Tolunay Kafkas'a ve leziz kıymalıların mimarlarına adanmıştır...
2 Kasım 2008.
Güneşli bir Kayseri sabahını kaçırdım. Öğlene Furkan'ın mesajıyla uyandım... "Dayi 13.00 gibi giselerin onunde bulussak olur mu? Osmana da attim ayni mesaci" yazıyordu... Evden çıktım, tesadüfen Sinema Onay'ın karşısında park yeri buldum. Bu güzel şeylerin işaretiydi sanırım...
Tramvay inşaatından geçerek bilet gişelerinin önünde beklemeye başladım. Misafir tribünü biletleri bitmişti ve gişeye yazı asılmıştı. Bu yazıyı sesli sesli okuyan Kayserili hainleri gördüm, kınadım... Hem hain hem de salaklar, maçtan 2 saat önce misafir bileti kalır mı?
Sonra Furkan'ı aradım, büfenin önündeymiş. Geldi, Osman'ı beklemeye başladık. Kendisi henüz hazır değilmiş, 15-20 dk.dan gelecekmiş. Furkan'la biraz daha hainleri izledik ama güneş yakıcıydı... Masmavi ve bulutsuz gökyüzünden tenimize değiyordu... Montları çıkartmaya karar verdik... Tekrar tramvay inşaatından geçtik ve montları arabaya bıraktık.
Gişelere dönüp Osman'ı beklemeye başladık. Polisler onların evin tarafındaki kapıyı tuttuğu için diğer taraftan dolanmış... Kardeşim bana atkı getirmiş, daha sonradan atkıyı hacılayacağımı belli edince Mustafa'nın atkısı olduğunu belirtti... -Bu atkı daha sonra uğurlu atkı olarak anılabilir-
Osman, Olembe Ahmet'in gelmeyeceğini söyledi, eğer sağda solda iyi bağıracak birisini görürsek kombineyle onu içeriye sokmayı teklif etti. Tereddütsüz reddettik... Olembe Ahmet'in gelmeyişi "essah" Olembe'nin oynamayacağının işareti olabilirdi...
Her zamanki D1 kapısına yöneldik. Bariyerlerin yine yeri değişmişti, geldiğimiz tarafa geri gittik. 20-25 kişilik kuyruk vardı yaklaşık...
Osman önümüzdeki dayıya neden atki bile takmadığını sordu. "Atkı sevmiyorum" cevabını aldı... Dayıyı anlayışla karşılayıp maçta bağırmasını umduk...
Üzerimiz aranırken bozuk paraların girişte toplandığını, içeride alışveriş yapınca para üzeri olarak geri verildiklerini eleştirdik... Hatta toplanan çakmakların kontrol sonrasında torbadan yürütülebileceğini gördük...
Bu maçta ilk defa kendi kombinemi kendim okutturdum... Bunun anlamsız sevincini yaşarken daha 3-4 gün önce etkisinden kurtulamadığımız sucuk terapisi ile karşılaştık... Turnikenin o kasvetli dönüşü ile birleşen ağır yağ ve baharat kokusu ciğerlerimizi doldurmuştu. Birkaç adım sonra ise yemyeşil ve düzgün bir zemin bizi bekliyordu...
Saha üzerinde gezen futbolcularımıza bakarak yer yer 60 cm'yi bulan basamaklardan yerimize çıktık...
Burada önemli bir karar vermek zorundaydık... Susmayan muhalif berber sendromu ve kötü sonuçları göz önüne alarak koltuklara dizilişimizi değiştirdik... Solda Osman, ortada ben, sağda Furkan yer aldı... Daha sonra Furkan'ın Gözcü sandığı ama aslında Sözcü olan gazeteleri koltuklara sermeye başladık... Osman da evden getirdiği halıfleks bozması 3 kişilik minderi açtı, onu da gazetelerin üzerine serdik.
Maçın başlamasına yaklaşık 1,5 saat vardı... Güneş yakıcıydı. Furkan'la atkıları başımıza sardık... Furkan yanımızdan geçen sucudan 6 tane bardak su aldı... İlk üçünü hemen içtik, 2 tanesini Osman'ın minder poşetinin ve fazla gazetelerin durduğu koltuğa koyduk, geriye kalan su hakkında bilgiyi bir kaç satır sonra alacaksınız.
Tribünler yavaş yavaş dolmaya başladı. Ön sıramızdaki dayı grubu her zamanki şekilde yerlerini almışlardı. Ardından onların önündeki gönüllerin amigosu genç dayı geldi, kendisiyle selamlaştık... Öndeki dayı grubu "evde şemşamere izin vermeyen avratların kocalarının tribünde şemşamer çitlemesini" eleştiriyorlardı...
Ayrıca Erciyes tribününde 2 blok misafir taraftarlara ayrılmıştı. Bu herkesi çok kızdırdı. Daha sonra bunu tek bloka indirdiler ve 2. blokta polisler tampon oldular...
Kocaeli'deki parçamız Mustafa telefon etti. Meğer Lig TV Furkan'la beni çekmiş... İstanbul tribünlerindeki sarışın çıtırları Kayseri'de bulamayan kameramanlara malzeme olmuşuz. Yorumsuz...
Ardından takım sahaya çıktı. Gözler hemen 11'e çevrildi. Turgay 11'deydi, Aghahowa vardı, ideal 11 denilen 11 oradaydı... Cangele ve Purovic yoktu. Cangele hiç olmadı, Purovic geç çıktı sahaya... Bunların üzerine yorumlar yapıldı...
Bu sırada takım tek tek tribüne çağırıldı. O otur kalklar sırasında alttan bir ses duydum, meğer Furkan o sonu bilinmeyen suyu ikimizin arasına koymuş ve benim koltuğa devirmiş, ben de patlatmışım... Halıfleks bozması minder ıslandı ve yeni gazeteleri koltuklara serdik. Furkan'a kızdık... :D
Sonra hiç olmayan birşeyi yaptık ve A-B blokları olarak takımı hep birlikte tribüne çağırdık, takım geldi, alkışladık...
Maçın başlamasına az bir süre kala Nebi ve ekibi, susmayan muhalif berber, Mustafa'yla Süleyman'ı ve çıkışlarını tartışan ön sıradaki gözlüklü dayı vs. geldi... Susmayan muhalif berber bu fotoğrafı çekti...
Maç hakkında fazla konuşmak istemiyorum. Güzel maç oldu. Maçın başında Tolunay Hoca'yı alkışladık, cevap aldık...
İstanbul uşağı hakem çok kötü bir maç yönetti, sürekli rakibi tuttu, alakasız kartları bize gösterirken rakibin düdük çalmadan topa vuruşlarına, kendisini kandırmaya yönelik hareketlerine kayıtsız kaldı... Tribünler toplu ve sürekli olarak kendisine küfretti...
Maçın sonunda çok mutluyduk... Tolunay Hoca hemen soyunma odasına indi... Takım tribünleri tek tek gezdi, tribünlerle tek tek "sarı-kırmızı-şampiyon-Kayseri" yaptılar...
Stattan çıkarken hala tezahürat yapıyorduk... Stat önündeki yolda biriken taraftarla birlikte bağırdık.
Oradan ayrılırken stadın araç çıkış kapısına geldik. Burada fakir edebiyatının güçlü kalemlerinden Furkan Durak "godamanlara yol vermeyin!" şeklinde bağırarak kendisini araçların arasına attı... Gaza basan şoföre, provoke ettiği taraftarlarla birlikte "hooop!" şeklinde bağırdılar...
Maç hakkında gülen suratlarla Osmanlar'ın evine kadar geldik. Yolda kıymalı attırmaya karar verdik... Osman tekelci dayı ile kısa süreli olarak atıştı. Osmanlar'ın kata çıkmak üzereyken ışıklar söndü. Osman yaktı.
Bağda olma ihtimali olan NF çifti evdeydi... NTV'den maç sonrası yorumları Rıdvan Dilmen'den dinledik... Fatma Teyze'nin vaktinde neden Beşiktaş kalem kutusu kullandığını, Naci Amca'nın da vaktinde neden Trabzon'u tuttuğunu öğrendik.
Osman formasının üzerine gömlek giydi. Evden çıktık.
Osman fırında hamur olup olmadığına bakmaya gitti, biz de benim arabada kalan montlarımızı almak için Furkan'ın arabasıyla benim arabaya doğru yola koyulduk...
Arabayı kullanan Furkan Yoğunburç'taki alt geçite girmedi. Hem ışıklar da bekledik hem de polislerin ışıkların ilerisinde yolu kestiklerini gördük... Furkan o alt geçiti sürekli unuttuğunu belirtti...
Bu sıralarda sarsıntı yapan arabanın küllüğü düştü. Furkan vites kolunun önündeki küllüğü arka koltuğa fırlattı... Ben de torpidodaki ıslak mendille elimi siliyordum. (Maçtan çıktık, kıymalı yiyecektik)
Alternatif bir yol (Düvenönü, Meydan, eski Ahmetpaşa) uydurarak montlarımızı alıp tekrar Osmanlar'ın ev tarafına doğru devam ettik... Ama Nato Caddesi'nin stadın yan tarafında kalan kısmında trafik ilerlemiyordu... Alışık olmadığımız bu durum karşısında sıkılma tepkisi gösterdik... Trafik açıldı ve fırına ulaştık...
Fırının önünde Olembe Ahmet vardı... Kendisine selam verdik. O da Furkan'dan çakmak istedi. Oysa Furkan çakmağı arabada unutmuştu... Geri dönüp çakmağı aldı... Osman gazeteye sarılmış kıymalılar kucağında geldi... Trafikten dolayı geciktiğimiz için bize kızdı, çünkü kıymalılar biraz soğumuştu...
Ahmet, elindeki poşeti bana verdi. İlk başta poşetin içinde yumurta var sandım... Osman ve Ahmet, Ahmet'in arabasına doğru gittiler, çünkü Ahmet küçük bir kaza geçirmişti. Dolmuşun birisi sol önden arabaya biraz çarpmış... Biz de Furkan'la kıymalıyı alıp Furkan'ın arabasına (106 cnm) gittik.
İki eliyle kıymalıyı tutan Furkan arabanın anahtarlarını bana verdi ve kapıyı açtım. Kıymalı paketini arka koltuğa koyan Furkan'ın gerginliği gözümden kaçmadı. Arabaya biraz sonra farklı türlerin bineceğinden, şimdi ise içine kıymalı koyduğumuzdan yakınıyordu...
Biz Osman'ın tarif ettiği güzergahtan Osmanlar'ın evin önüne çıktık. Furkan "ben Ahmet'in arabasına bakacağım" diyerek arabayı terk etti. Arabayı terk ettiği yer trafik ışıklarının hemen altı ve yaya geçidiydi. Ayrıca kaldırımdan da 50 cm kadar uzaktaydık...
Fazla bekletmeden arabaya geldiler... İçinde yumurta olduğunu düşündüğüm poşeti Ahmet'e verdim. O da poşette limon olduğunu söyledi... Furkan arabayı Gültepe Parkı'nın karşısına park etti. Duvardan atlayıp çimlere basarak masalı piknik bankına oturduk.
Paketi açıp gazeteyi masaya seren Osman, kıymalıları da tek tek gazeteye dizmeye başladı. Kıymalıların soğuyacağını söylediğimde Osman "zaten soğudular" diyerek tekrar tepkisini dile getirmiş oldu... Susarak kıymalıları yemeye başladık...
Osman'a masrafı sordum. Ete "4 kişilik kıymalı için" 6 YTL, fırına ekmek başına 0,6YTL'den 2,4 YTL, limonlara ise 0,6 YTL verdiğini söyledi. Furkan hemen bunların 9 YTL tuttuğunu hesapladı. Osman da biraz sonra izleyeceğimiz GS-Gaziantep maçı için gideceğimiz kafede hesaplaşabileceğimizi söyledi.
Karınlar doymaya başladığında Furkan ve Ahmet sigara yaktılar. Osman sindirim safhasına hazırlanıyordu. Son kıymalıyı bana bırakmışlardı, limon sıkarak o son kıymalıyı yedim. Osman, Ahmet'e ufak kazayı kafasına takmaması gerektiğini söylüyordu. O sırada Ahmet'e cuma günü gözümüzün önünde olan kazayı anlattık...
Kıymalılar bitince masadaki gazeteleri toparladık ve limon poşetine koyduk. Geldiğimiz yoldan arabaya dönerken kasap-fırın ortak yapımı kıymalıların tavuk dürümden çok daha iyi bir alternatif olduğuna kanaat getirdik...
Eski düzende arabaya yerleştik ve Alattin'in Sihirli Tepesi'ne doğru yola koyulduk.
Furkanlar'ın evin önündeki ışıklarda kırmızı ışıkta geçtik... Kafenin önüne geldiğimizde tekrar ıslak mendi alıp elimi sildim (kıymalı sonrası).
Kafenin üst katına çıktık. Bugün aydınlatma daha loştu ve televizyonun hemen üzerindeki aplik yanmıyordu... Bu aplik geçenlerde ciddi eleştirilere maruz kalmıştı... Sağ öndeki, nispeten diğerlerine göre daha rahat olan pembe koltuklara oturduk. Furkan'la Osman tavla oynamaya başladı... Eleman siparişimizi sorduğunda Osman çayın taze olup olmadığını sordu. Eleman da tereddütsüz taze olduğunu söyledi. 4 çay ve Nargile Ahmet için çilekli-sakızlı nargile söylendi...
Tavlayı kimin kazandığını takip etmedim. Osman satranç bilip bilmediğimi sordu. Bu soru, geçen günkü sorudan daha iyiydi... Maç başlamak üzereyken tavlayı bıraktılar...
Çaylar geldiğinde Osman'ın suratı asıldı. Çay acıydı. Bunu Ahmet de onayladı. Ben de 3 şeker atarak içtim.
Galatasaray 10 ve 11 gibi dakikalarda 2-0 yaptı durumu. Güzel top oynuyorlardı.
Ara sıra Ahmet'in çilekli-sakızlı nargilesinin közlerini değiştirmeye gelen elemana çayın taze olmadığını, acı olduğunu söyleyen Osman, ikinci çayların daha iyi olacağı cevabını almıştı... Bunun üzerine tükürüklü çayın iyi olacağını söyledim Osman'a. Furkan da Road Trip filmindeki sahneyi anlattı. Osman gülüyordu... Zamanında bazı kızların makyaj malzemeleri ile yaptıkları pislikleri anlattı... :)
Çok geçmeden ikinci çaylar geldi... Gerçekten güzeldi... Tükürük olup olmadığını bilmiyoruz ve belki de hiç bilemeyeceğiz... Her şey güzel değildi tabi... Ahmet nargilede o ilk nargilenin tadını alamadığından şikayetçiydi... Ben de bir nefes çektim, fena değildi ama çok dumanlıydı... O tadın çikolatada olsa hoşuma gideceğini söyledim... Ahmet sürekli közlerle oynadı... Közleri kenarlara dizdi...
Osman'ı John Lee Hooker Jr. diyebilmesi için çalıştırdım... O da konserdeki faaliyetlerini anlattı. Ben de konserde Mr. Bean faaliyetlerimi anlattım...
Ahmet'e gitarı solak çalmaması gerektiğini anlattım...
Furkan da çevirmeli telefon zili melodisine haiz telefonu ile gidip gidip geldi...
GS maçı 3-1 bitti... Çok yorum yaptık... Nargile Ahmet'i şok edecek şekilde kafeden kalktık...
Arabaya yine eski düzenimizle bindik... Osman'la arabanın içinde "kayseri gol gol gol" yaptık... Furkan bazı virajlara hızlı girdi, yavaş ve dikkatli olması için kendisini uyardığımda arabada spor yay olduğun söyledi. Arka koltuğu paylaştığım Osman espriyi anlamadı. Spor yay Ahmet'ten bahsedince anladı...
Spor yay Ahmet'i evine bırakmaya çalışan Furkan yanlış yollara saptı, çünkü Spor yay Ahmet'in arabası Osmanlar'ın evin arkasındaydı... Onları oraya bıraktı, ben de ileride indim. Bir gün de böyle bitti...
FIN
Günlük değildir... :)